Türkiye'deki doğal sit alanları, doğal ve kültürel değerlerin korunması amacıyla hukuki korumalar altına alınmıştır. Doğal sit alanları, biyolojik çeşitlilik, ekosistemler, geçmişin izlerini taşıyan kültürel varlıklar ve bunlara ilişkin sürdürülebilir kullanımlarıyla Türkiye'nin doğal ve kültürel zenginliklerini koruma altına almaktadır.
Doğal sit alanları hukuki olarak koruma altına alınması için iki ana mevzuat bulunmaktadır. Bunlardan biri 1983 tarihli 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, diğeri ise 1998 tarihli 2863 sayılı Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'dur.
1983 tarihli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, tüm kültür ve tabiat varlıklarının korunması amacını taşımaktadır. Bu kanuna göre, doğal ve kültürel sit alanları belirlenir, korunurlar ve yönetilirler. Doğal sit alanı ilan edilebilmek için bilimsel ve teknik kriterler göz önünde bulundurularak yapılacak çalışmalara dayanarak Bakanlar Kurulu kararı gerekmektedir.
1998 tarihli Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ise Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğini koruma amacı güder. Bu kanunla, biyolojik çeşitliliği tehdit altındaki tür ve habitatların korunması için önlemler alınmıştır. Bu kapsamda, ulusal ve uluslararası öneme sahip olan ekosistemler doğal sit alanı ilan edilebilir.
Buna ek olarak, 2019 tarihli 5403 sayılı Toplu Konut Kanunu'nda da yer alan "doğal ve tarihi sit alanlarından oluşan bölgelerde yapılacak olan toplu konut alanları"nın korunması amacı güdülmektedir. Bu kanun kapsamında, doğal ve tarihi sit alanlarında yapılaşmaya sınırlamalar getirilmiş ve koruma tedbirleri alınmıştır.
Türkiye'deki doğal sit alanları, yukarıda bahsedilen kanun ve yönetmeliklerin yanı sıra uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalarla da korunmaktadır. Örneğin, Ramsar Sözleşmesi kapsamında 1994 yılından beri Türkiye'de 16 adet sulak alan, dünya çapında öneme sahip sulak alan ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
Doğal sit alanları, hukuki korumalar sayesinde sürdürülebilir kullanıma açık olan alanlardır. Bu korumalar, biyolojik çeşitliliğin ve doğal ve kültürel değerlerin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamaktadır. Ancak, bu alanların korunması için hukuki çerçeve ve uygulamaların daha da güçlendirilmesi, kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve toplumun katılımcılığının artırılması önem taşımaktadır.
Doğal sit alanları hukuki olarak koruma altına alınması için iki ana mevzuat bulunmaktadır. Bunlardan biri 1983 tarihli 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, diğeri ise 1998 tarihli 2863 sayılı Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'dur.
1983 tarihli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, tüm kültür ve tabiat varlıklarının korunması amacını taşımaktadır. Bu kanuna göre, doğal ve kültürel sit alanları belirlenir, korunurlar ve yönetilirler. Doğal sit alanı ilan edilebilmek için bilimsel ve teknik kriterler göz önünde bulundurularak yapılacak çalışmalara dayanarak Bakanlar Kurulu kararı gerekmektedir.
1998 tarihli Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ise Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğini koruma amacı güder. Bu kanunla, biyolojik çeşitliliği tehdit altındaki tür ve habitatların korunması için önlemler alınmıştır. Bu kapsamda, ulusal ve uluslararası öneme sahip olan ekosistemler doğal sit alanı ilan edilebilir.
Buna ek olarak, 2019 tarihli 5403 sayılı Toplu Konut Kanunu'nda da yer alan "doğal ve tarihi sit alanlarından oluşan bölgelerde yapılacak olan toplu konut alanları"nın korunması amacı güdülmektedir. Bu kanun kapsamında, doğal ve tarihi sit alanlarında yapılaşmaya sınırlamalar getirilmiş ve koruma tedbirleri alınmıştır.
Türkiye'deki doğal sit alanları, yukarıda bahsedilen kanun ve yönetmeliklerin yanı sıra uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalarla da korunmaktadır. Örneğin, Ramsar Sözleşmesi kapsamında 1994 yılından beri Türkiye'de 16 adet sulak alan, dünya çapında öneme sahip sulak alan ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
Doğal sit alanları, hukuki korumalar sayesinde sürdürülebilir kullanıma açık olan alanlardır. Bu korumalar, biyolojik çeşitliliğin ve doğal ve kültürel değerlerin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamaktadır. Ancak, bu alanların korunması için hukuki çerçeve ve uygulamaların daha da güçlendirilmesi, kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve toplumun katılımcılığının artırılması önem taşımaktadır.