Şüphecilik, bilgi, gerçeklik ve doğruluk gibi kavramlara karşı şüpheci bir tutumu benimser. Bu nedenle, şüpheciliğin ana felsefi ilkeleri şunlardır:
1. İşaretçilik (Pyrrhonean Scepticism): Şüpheci felsefe alimleri, doğru veya yanlış olarak nitelendirilebilecek hiçbir şeyin kesin bir şekilde bilinemeyeceğini savunurlar. İşaretçiler, insanların deneyimleriyle ilişkili her türlü fikir ve inancın değiştirilebilir olduğunu ve hiçbir zaman mutlak doğruluğa ulaşılamayacağını ileri sürerler.
2. Doğruluk İlkesi (Principle of Truth): Şüphecilik, bilgi ve gerçeklik kavramlarının nesnel bir temeli olmadığını iddia eder. Şüpheci düşünürler, insanların algıları ve deneyimleriyle ilişkili gerçekliklerin sadece kişisel ve öznel olduğunu söylerler. Doğruluk ilkesi, insanların doğru veya yanlış olarak kabul ettiği şeylerin gerçeklikleriyle uyumlu olduğu varsayımına dayanır.
3. İtaatkârlık (Suspension of Judgment): Şüpheci düşünürler, bilgiye ve inanca karşı araştırma sürecinin bir sonucu olarak anlamsız bir şekilde körü körüne inanmaktansa, itaatkarlık prensibini benimserler. Bu prensibe göre, insanların herhangi bir konuda kesin bir görüşe sahip olmadan önce, daha fazla bilgi ve kanıt edinmek için sürekli olarak araştırma yapması gerektiğini savunurlar.
4. Karşılaştırmalı Değerlendirme (Comparative Evaluation): Şüphecilik, insanların bilgi ve inançlarını eleştirel bir şekilde değerlendirmeleri gerektiğini savunur. Karşılaştırmalı değerlendirme, farklı teoriler, görüşler ve kanıtlar arasındaki çelişkileri ve tutarsızlıkları ortaya çıkararak, insanların daha iyi bir anlayış ve bilgiye ulaşmalarını sağlar.
5. Devamlı Arayış (Perpetual Inquiry): Şüphecilik, insanların kesin bilgiye veya gerçeğe asla ulaşamayacaklarını kabul eder ve bu nedenle sürekli olarak araştırmalarına devam etmelerini teşvik eder. Şüpheci düşünürler, insanların hiçbir şeyi kesin bir şekilde bilemeyeceğini ve sürekli olarak şüphe ederek ve eleştirel düşünerek daha iyi bir anlayışa ve bilgiye yaklaşabileceklerini iddia ederler.
Bu ilkeler, şüphecilik felsefesinin temelini oluşturur ve insanların bilginin sınırlarını ve gerçekliğin doğasını daha iyi anlamalarına yardımcı olur.