Anlam olarak
mobilya veya mobilye (İtalyanca mobilia; Fransızca mobilier), oturulan yerlerin süslenmesine ve türlü amaçlarla donatılmasına yarayan eşyadır. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi, mobilya, işlevsel değeri ile mekanın kullanışlığını etkileyen, estetik değeri ile de mekanın güzel ya da çirkin görünmesini, yaşadığımız veya çalıştığımız mekanların sıcak, sevimli ve renkli bir ortam haline gelmesini sağlayan, kısaca sanat ve tekniği birleştiren bir üründür.
Mobilya denilince ilk akla gelen ahşap mobilyadır. Özellikle, masa, dolap, karyola, komedin, kitaplık gibi konut donatılarında, çeşitli büro donatılarında, okul sıra ve masalarında çoğunlukla ahşap malzeme kullanılmaktadır. Günümüzde mobilya yapımında çelik, alüminyum, cam ve plastik gibi diğer malzemeler kullanılmaya başlanmış ise de halen ahşap malzeme bu konuda popülaritesini sürdürmektedir.
Kolayca işlenebilmesi, birbirlerine kolayca birleştirilebilmesi, direncinin yüksek oluşu, eskidiğinde kolayca değiştirilebilmesi, boyanabilmesi gibi özellikler, ağaç malzemenin mobilya yapımında daha fazla tercih edilmesinin ana nedenleridir.
Mobilya, piyasada “kahverengi eşya” olarak anılmakta olup, tüketici talebi sınıflandırmasında “dayanıklı tüketim malları” kategorisine girmektedir.
MOBİLYANIN YAŞAMIMIZDAKİ YERİ
İnsan yaşamı çeşitli mekanlar içinde geçmektedir. Bu mekanlar yapılış amaçlarına uygun olmalı, kullanıcısına gerekli konfor düzeyini sağlamalıdır. Mekan içindeki ısı, ışık, ses, renk, koku gibi fiziksel etmenler ve donatı öğeleri, kişi gereksinim ve eylemlerine göre dengeli bir biçimde kurulmalıdır. Duvar, kolon, kapı, pencere gibi yapısal bileşenler kadar donatı, aksesuar gibi mekansal öğeler de mekan oluşturmada çok etkili rol oynar. Donatı renk ve dokusunun seçimi ile birlikte, bunların mekan içindeki yoğunluk ve organizasyonu, o mekanın yaşanabilirliğini, olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Mimar tarafından oluşturulan mekanın kullanışlı olabilmesi için tüm yapısal konforların yanı sıra donatı-mekan ilişkisi iyi kurulmalıdır. Mekanlar çoğunlukla kullanıcılar tarafından donatıldıklarından, o mekanın yaşanabilirliği bir anlamda kullanıcı kontrolundadır. Mekan ne kadar iyi düzenlenirse, o derecede kullanışlı olur.
Donatıların seçimi, yoğunluğu ve mekansal organizasyonu, mekan kullanışlılığını etkileyen önemli faktörler arasındadır. Mekanlar düzenlenirken, mekan içinde yeterli derecede ferahlık sağlanmalıdır. Odadaki eşya ne kadar düzenli olursa o kadar ferah algılanacaktır. Ferahlık ve büyüklük ayrı kavramlar olduğu ve boş bir odanın ferah olarak değerlendirilemeyeceği göz önüne alınmalı, ferahlığın ancak işlevin gerektirdiği eşya düzeni ile anlam kazanacağına dikkat edilmelidir.
Eşya düzeni kadar renk düzeni de ferahlık üzerinde etkilidir. Eşyaların hantal, yüksek ve koyu renkli olanlarına kıyasla, küçük boyutta, hafif görünüşlü, yere yakın ve açık renkli olanları, kapladıkları hacim ve ışık yansıtıcı özelliklerinden dolayı ferah görünmeye yardımcı olabilirler. Renklendirmede mekanın bütünlüğünü bozmamak gerekir. Donatıların birbirleriyle ve yapı elemanlarıyla olan uyumu da göz önüne alınmalıdır.
http://www.orsiad.com.tr/wp-content/uploads/mobilya-11.jpg
İnsanların yaşadığı toplumsal kesim, onların beğenilerini de belli ölçüde etkilemektedir. Özellikle donatı seçimi, tutum, ekonomik durum ve sosyal alışkanlıklara dayanan bir olaydır. Ekonomik yanı bir tarafa bırakılırsa, her insanın tutum ve davranışları kendine özgü bir değer taşımakta, kişiden kişiye farklılaşmakta ve beğeni gruplarını da etkilemektedir. İnsan zevkleri eğitim farklılıklarına ve kültür seviyelerine göre değişmekte, meslek grupları arasındaki farklılıklar bile donatı seçimine yansımaktadır. Rasgele gözlemler dahi, bir mimar ile bir tüccar ya da öğretmen evlerinin çok farklı biçimlerde döşenmiş olduğunu göstermektedir.
Mekanlar ve donanım, yaşayanların düşüncelerini, duygularını, görüşlerini yansıtır ve yaşamlarını biçimlendirir. Kişi yaşadığı mekanı kendi zevkine göre donatır, dolayısıyla kendi kişiliğini donatı seçimine yansıtır.
Mekanın görsel algılanması üç algılama türünün bütünleşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bunlar:
*Işık algılaması,
*Mekansal organizasyon algılaması,
*Renk algılaması.
Yapılar, mimar tarafından tasarlanırken mekan algılamasına etki eden tüm bu etmenler göz önünde bulundurulmalıdır. Yapı elemanları ile birlikte sabit ve hareketli donatılar da düşünülmeli, mekan organizasyonundan renk ve dokusuna kadar her şey belirtilmelidir. Mekan oluşturulurken, kullanıcının zevkine göre belirli bir esneklik vardır. Çeşitli bölücüler, duvar, perde, dolap ve diğer donatılar buna olanak sağlayabilir. Sürekli bir koşuşturma ve monotonluğun söz konusu olduğu günümüz yaşantısında, konut içinde monotonluk esnek donatılarla bozulabilmekte ve bu donatılar çok amaçlı kullanılabilmektedir. Bir fiziksel konumun kolay ve çabuk değiştirilebilmesi, devingen donatı, kolay değişen duvarlar, perdeler vb. gibi nesnelerle tasarlanması, kişilere kolaylık sağlar.
Donatıların mekana yerleştirilmesi, birbirleriyle olan ilişkisi, renk, doku, biçim vb. unsurlar mekanın değişik şekillerde algılanmasına neden olur. Mekanlar insanlar için oluşturulduğuna göre bir anlamda huzur ve refah ortamı olmak durumundadırlar. İçinde yaşanılan mekanlar insana mutluluk verebilmeli, rahatlık ve güzellik ön planda olmalıdır.
Geleneksel Türk evlerinde dış mekana olduğu kadar iç mekana da önem verilmiştir. “Oda” konut içinde geçebilecek her türlü eylemi barındırabilecek niteliktedir. Donatıların portatif olması, mekanın çok amaçlı kullanılabilmesine olanak sağlamaktadır. Aynı mekanda oturma, yatma, yemek yeme ve temizlik eylemleri gerçekleştirilebilmektedir. Kısaca, Türk evinde oda kavramı birçok işlevle yüklü olup, sabit ve hareketli donatılar bu işlevleri yerine getirebilecek şekilde seçilmiş ve kullanılmıştır.
Günümüz konutlarında mekanlar, içinde geçecek eylemlere göre bölünmüştür. Bir yemek odasında sadece yemek yeme eylemi gerçekleştirilmekte, dolayısıyla mekanlar o eylemlere olanak sağlayacak şekilde döşenmektedir. Örneğin, bir dinlenme mekanında donatıların rahat oturulabilir ve gerektiğinde uzanmaya elverişli olması gerekmektedir. Oturma düzleminin zemin etkisinden korunacak ve diz bükümünü karşılayacak kadar yükseltilmesi, omurgaya gelen baş ve kol yüklerinin başka yerlere aktarılması, dinlenmek için şarttır. Düz bir zemine oturmak dinlenme konforu açısından yetersizdir. Oturulan düzlemin kan dolaşımını kolaylaştıracak bir yumuşaklıkta olması, omurgadaki basıncı azaltmak için sırtın bir yere dayanması kol ağırlıklarının kolçak, yastık gibi bir elemana aktarılması gerekmektedir. Bunu karşılayacak elemanlar bağdaş kurulan sedirden başlayarak günümüz teknolojisinde yaratılan çok çeşitli kanepelere kadar gelmiştir.
Bir mekanın çok pahalı, abartılı ve gösterişli donatılara sahip olması, o mekanın estetik değerini etkilememekte, güzel olmasını sağlamamakta, aksine çirkin olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır. Örgütlenme de mekanın estetik değerini yükselten bir boyut olarak görülmeyip, çok ferah, kullanışlı, geniş, düzenli, kısaca iyi örgütlenmiş mekanlar çirkin, sıradan, sevimsiz ya da boş olarak algılanabilmektedir. Ferahlık veya genişlik, mekan içinde bir güzellik ölçütü değildir. Ferah mekan, yerine göre güzel olabilmekle birlikte, her zaman güzel olarak algılanmayabilir.
Aynı alandaki farklı biçimde döşenmiş yaşama mekanlarının güzel ya da çirkin olarak değerlendirilmesi, mekandaki donatıların seçimi ile doğrudan ilgilidir. Diğer faktörlerle birlikte, donatının stil, biçim, renk, doku ve malzemesi, o mekanın genel efekti üzerinde çok etkili görülmektedir. Donatıda güzellik ön planda tutulmalı, dolayısıyla donatılar çok iyi bir biçimde ve bilinçli olarak seçilmelidir.
Modern çağımızda, mobilyalar hayatımızın gerekli ve vazgeçilmez birer parçası olmuş, ve doğum anımızdan son nefesimize kadar hergün kullandığımız bir element haline gelmiştir. İnsanlığın ilk çağlarındada acaba böylemiydi? Mobilya o zamanlarda da varmıydı? Günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçasımıydı?
Bu makalede, bu soruların yanıtlarını arayacak ve nasıl var olduğunu göreceğiz.
Tarihte insanların göçebe hayatlarını terk ederek, şehirler kurmaları ve yerleşik hayata geçmeleri açıkça görünmekte, mobilyanın gerekliliğide bu sayede ortaya çıkmaya başlamıştır.
Tarih boyunca, mobilya trendleri ( kullanılan malzemeler, dizaynlar, vb) toplumlar ile birlikte gelişim göstermiştir. Teknolojinin ilerleyişinin yanında, ulaşabildikleri materyallerde sorunun bir parçasıydı. İskoçya'nın Orkney köyünde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan mobilya bunun en önemli örneklerinden biridir. Tarihçilere göre M.Ö.3100 yılına ait bu mobilya dünyanın en eskisidir. Bölgede ki ağaç sıkıntısı nedeniyle bu mobilya taştan yapılmıştı.
Günümüze kadar ulaşmayı başaran ilk ahşap mobilya M.Ö. 2700 yıllarındaki Mısır Firavunlarına kadar uzanmaktadır. Bu mobilya, Mısır'ın kuru ve düşük nemli hava şartları sayesinde günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. O zamanlarda mobilya üretmek için, çekiç, delici, kesici, balta, ADZ ve ahşap torna gibi malzemelerin kullanıldığı görünüyor.
Yukarıdakilerden de anlaşıldığı gibi, mobilyanın en az son 5000 yıldır hayatımızın içinde olduğu açıkça görülüyor.
Günümüz Türkiye'sinde, M.Ö. 8. yüzyıldan bugünlere ulaşan en eski mobilya Anadolu'da, Gordion'da (Polatlı - Ankara) gün yüzüne çıkarılmıştır. Eelementler bir masa ve işlemeli bir servis standından oluşmaktadır. M.Ö. 2. yüzyıla ait antik Yunan'da, yatak ve çelik bir sandalyayi tasvir eden bir heykel, mobilyanın varlığını açıkça ispat etmektedir. M.Ö. 1. yüzyılda Roma dönemine ait mobilyada Pompeii kentinde görülmektedir.
Avrupa'da, Yunan-Roma gelenekleri 19. yüzyıla kadar mobilya stillerini etkilemiştir.
Modern Çağda Mobilya
19.yüzyılda yenilikçi dizayn hareketinden önce mobilyalar işlevselliği olmayan karmaşık bir şekilde tasarlanıyordu. Mobilyalar sadece dizayn ve estetik görünüme yönelikti. O mobilyayı üretmek için harcanan saat, mobilyanın değerini belirliyordu.
19. yüzyılda teknoloji ve sanayi çağındaki ilerlemeler ile birlikte, yeni materyaller ve mobilya üretiminde daha sofistike metodlar gelişmiştir. Bu mobilya stillerinin hem tasarım hemde ağırlık açısından ağırdan hafife doğru kaymasına neden olmuştur.
20.yüzyılın ilk yarısında, mobilya üretiminde fonksonellik ve erişilebilirlik, tasarım öneminin önüne geçerek ana fikir haline geldi. Bununla birlikte, özgür düşünce ve pratiklik fikri birçok tasarımın özü haline geldi.
20.yüzyılın ilk çeyreği bugün hayatımızda olan mobilyaların şeklini almasını sağlayan yenilikçi akımın gerçek anlamda başlangıç noktası oldu. Art deco, De Stijl, Bauhaus, Wiener Werkstätte ve Vienna Secession bu dönemde tasarımın önemli kurumlarındandır. İkinci Dünya Savaşı sırasında lamine kontrplak, plastik ve cam elyafı gibi yeni materyaller geliştirildi. Böylece, 20. yüzyıl farklı etkilerin kombinasyonu dışında gelişen ve yeni benzersiz malzemelerin yanı sıra seri imalatın yenilikçi bir şekilde geliştiği bir dönemdi.
Çeliğin mobilya bileşenleri içinde önemli bir parça haline gelmesi bu dönemdeydi. Kalıplı kontrplak ve plastikte bu dönemde kullanıldı. Fikir sadece estetiklik ve pratiklik arasındaki dengeyi oluşturabilmekti. Bununla birlikte, insanların sahiplenebilmesi için bir mobilyanın ulaşılabilir olması gerekiyordu.
Modern Tasarımın Sembolü: Barselona Sandalyesi
Tüm zamanların en ünlü sandalyesi. Muhtemelen birçok kişi tarafından kendi adıyla en iyi bilinen modern mobilya örneğidir. 1929 yılında Barselona fuarındaki Almanların bulunduğu salon için Ludwig Mies van der Rohe tarafından tasarlanmıştı. Ilham kaynağının Mısır firavunlarının kullandığı katlanır sandalye olduğuna inanılmaktadır. Tüm hakları Knoll Inc.'ye satılmıştır. Modernlik, gelecekte bir müddet için trend olmaya devam edecektir, modern mobilya, taşınabilir, kullanışlı, dayanıklı ve pratiklik gibi karakteristik özellikleriyle bu döneme ait kişiler tarafından tercih edilmiştir, ve tercih edilmeye devam edecektir.
Türkiye'deki Mobilya Gelişmeleri
Türkiye 1990'lı yıllardan beri mobilya sektöründe hızlı ve çarpıcı bir şekilde gelişme sağladı. Mobilya sanayisi hiç bir hammaddeyi ithal etmeden başlı başına Türkiye'de üretilen sadece bir kaç sanayiden biridir.
Türkiye'nin stratejik konumu ve insanlarının girişimci marifetleri, Türkiye'yi mobilya konusunda batıdan doğuya kadar bir merkez haline getirmiştir.
Son dört yıldır, Türk mobilya tasarımları direkt olarak Italyan tasarımlarından etkilenmistir.
Mimarlık sanatından soyutlanması mümkün olmayan mobilya sanatının zamanımızdan binlerce yıl önce başladığını kanıtlayan örneklere bazı ülkelerdeki müzelerde rastlanmaktadır. İnsanoğlu tarafından, önceleri rahat oturmak için ağaçtan ve taştan yapılan mobilyalar, diğer sanat dallarında olduğu gibi, mimarinin bir iç donatım aracı olarak, antik çağdan günümüze kadar evrim geçirmiş; her ülkede olduğu kadar, aynı ülkenin ayrı sanatkarları arasında da değişik yapım tarzları ve modeller ortaya çıkmıştır.
Gereksinimlerin çoğalması, yapım alet ve makinalarının icadıyla da mobilya stil ve modellerinin gelişmesi hızlanmış, sanatkarlar kendilerine özgü bir estetik, beceri ve düşünme kavramlarını mobilyaya aksettirmişler, yaşadıkları çağın yaşayış tarzı ve sanat üslubunu yansıtmışlardır.