![Bitki :herb: 🌿](https://cdn.jsdelivr.net/joypixels/assets/8.0/png/unicode/64/1f33f.png)
Mürselat Suresi'nin Arapça ve Türkçe Okunuşu ![Kaydırma :scroll: 📜](https://cdn.jsdelivr.net/joypixels/assets/8.0/png/unicode/64/1f4dc.png)
Mürselat Suresi (77. Sure), Mekke döneminde indirilmiş 50 ayetten oluşan bir suredir. Adını, ilk ayette geçen ve “gönderilenler” anlamına gelen "el-Murselat" kelimesinden alır. Bu sure, kıyamet günü, ahiret ve Allah’ın kudretine vurgu yapar.
Mürselat Suresi'nin Arapça ve Türkçe Okunuşu
- وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا
Vel murselâti urfâ.
Andolsun arka arkaya gönderilenlere, - فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا
Fel âsifâti asfâ.
Şiddetle esip savuranlara, - وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا
Venneşirâti neşrâ.
Hakkı ve batılı ayıranlara, - فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا
Felfârikâti farkâ.
Hakkı batıldan ayıranlara, - فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا
Fel mulkiyâti zikrâ.
Uyarıcı ayetleri bildirenlere, - عُذْرًا أَوْ نُذْرًا
Uzren ev nuzrâ.
Özür dileyenlere veya uyarı yapanlara, - إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ
İnnema tu’adûne levâki’ûn.
Kesinlikle size vaat edilen (kıyamet) gerçekleşecektir. - فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ
Fe izen nucûmu tumiset.
Yıldızlar söndürüldüğünde, - وَإِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ
Ve izes semâu furicat.
Gök yarıldığında, - وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ
Ve izel cibâlu nusifet.
Dağlar kökünden sökülüp savrulduğunda, - وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِتَتْ
Ve izer rusulu ukitat.
Peygamberlere zaman tayin edildiğinde, - لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ
Li eyye yevmin uccilet.
(Bu hesap) hangi gün için ertelendi? - لِيَوْمِ الْفَصْلِ
Li yevmil fasli.
O ayrılık günü için. - وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ
Ve mâ edrâke mâ yevmul fasl.
Ayrılık gününün ne olduğunu bilir misin? - وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukeddibîn.
O gün yalanlayanların vay haline! - أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ
Elem nuhlikil evvelîn.
Biz, öncekileri helâk etmedik mi? - ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ
Sümme nutbi’uhumul âhirîn.
Sonrakileri de onların arkasına koyacağız. - كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
Kezâlike nefa’lu bil mucrimîn.
Biz suçlulara böyle yaparız. - وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukeddibîn.
O gün yalanlayanların vay haline! - أَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ
Elem nehlukküm min mâin mehîn.
Sizi değersiz bir sudan yaratmadık mı? - فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَكِينٍ
Fecealnâhu fî kararim mekîn.
Sonra onu sağlam bir karargâha yerleştirdik. - إِلَى قَدَرٍ مَعْلُومٍ
İlâ kaderin ma’lûm.
Belirli bir süreye kadar. - فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ
Fekadernâ fe ni’mel kâdirûn.
Biz (böyle) takdir ettik; ne güzel takdir edeniz. - وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukeddibîn.
O gün yalanlayanların vay haline! - أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا
Elem nec’alil arda kifâta.
Biz, yeryüzünü canlı ve cansızları barındıran bir yer yapmadık mı? - أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا
Ahyâen ve emvâtâ.
Dirileri ve ölüleri (barındıran bir yer yapmadık mı)? - وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُمْ مَاءً فُرَاتًا
Ve cealnâ fîhâ revâsiye şâmihâtin ve eskeynâküm mâen furâtâ.
Orada yüksek dağlar yarattık, size tatlı su içirdik. - وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukeddibîn.
O gün yalanlayanların vay haline! - انْطَلِقُوا إِلَى مَا كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ
Intalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn.
(Ey inkârcılar) yalanlamakta olduğunuz şeye doğru gidin. - انْطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ
Intalikû ilâ zillin zî selâsi şü’ab.
Üç dalı olan bir gölgeye gidin. - لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ
Lâ zalîlin ve lâ yuğnî minel leheb.
Ki o, ne serinletir, ne de alevden korur.
Son düzenleme: